Tuesday, August 14, 2012

BİR DÜĞÜN HİKAYESİ




 











Dün akşam kuzenlerden birinin oğlunun düğününe davetli idik. Şık bir mekanda önce nikah kıyılacak, ardından düğün yemeği ve eğlencesi ile devam edilecekti. Eh araziye uygun olsun diye ben de şık birşeyler giyeyim istedim. Siyah dantel bir tuvaletim var, onu çıkardım dolaptan, giyindim, süslendim, yola koyulduk. Önce kuzenlerin evine gidilecek, oradan hep birlikte düğünün olacağı yere. Biz gittiğimizde damadın anne babasıyla-ki babası benim kuzen oluyor-diğer akrabalar yola çıkmaya hazır bekliyorlardı. Tam arabalara binileceği sırada farkettim ki ben o şık dantel tuvaletimin içine astar giymeden çıkmışım. Böyle bir şeyi nasıl yaptım akıl erdiremedim ama sanırım aceleyle unutmuşum. E ne yapacağız, böyle gidilmez, gayet transparan bir durum, Cannes Film Festivaline katılacak yıldız adayı değilim sonuçta. Kuzenimin eşine-yani damadın annesine-nazım geçer, gözünü seveyim dedim bana bir astar uydur. Bu arada nikah vakti yaklaşıyor, herkes söyleniyor, bir grup bindi gitti, biz dolaplarda astar arama derdindeyiz. O meret de bir türlü bulunmuyor, kadıncağız deşmedik dolap çekmece bırakmadı, damadın babası yani benim kuzen "geç kaldık" diye söylenmeye başladı. Onu da yolladık, biz aramaya devam ediyoruz. Lakin vakit geldi çattı, neredeyse nikah başlayacak, kadıncağız oğlunun nikahını kaçıracak. "Gidelim bari dedik, arabada bir çözüm buluruz". Sıkışık akşam trafiğinde mümkün olduğunca gaza basıp salona yetişmeye çalışırken ben de arabada duran oğlumun bebekliğinden kalma üzeri ayıcıklı pazen battaniyeyi belime doladım. Karizma yerle bir ama yapacak birşey yok. Kanter içinde salona girdik ki nikah kıyılmış bitmiş. Kuzenin eşi yani damadın annesi yüzüme öyle bir bakış fırlattı ki, yerin dibine girsem olurdu.






Sonra mı?






Sonra telefonun alarmı çaldı, uyandım:))

No comments:

Post a Comment